|
21
/ 22 |
|
Bilindiği gibi mirî arazi rejiminin bir sonucu olarak ortaya çıkan
dirlik sisteminde sipahî, toprağın gerçek sahibi değildir. Bu sebeple
o, tasarruf hakkını elinde bulundurduğu araziyi herhangi bir şekilde
satamayacağı gibi varislerine miras da bırakamazdı. O, devlet tarafindan
belli hizmetler karşılığında kendisine verilen araziyi kullanma
(tasarruf) yetkisine sahiptir. Kanunnâmelerle belirlenen kaidelerin
dışına çıkamaz. Bu bakımdan, vazifesini kötüye kullandığı veya tımarında
çalışanlara (reâya) zulm ve teaddi ettiği kesin olarak belirlenen
sipahinin toprağı elinden alınırdı. Kendisi ayrıca cezaya da çarptırılırdı.
Bununla beraber sipahinin seferde ölmesi halinde
tımarı çocuklarına kalırdı. Nitekim daha Osman Gazi zamanında, sipahi,
çocukları ve tımarla ilgili bazı kanunların yürürlüğe girdiği bilinmektedir.
Aşıkpaşazâde'nin ifadesine göre ölen dirlik sahibinin tımarı, oğluna
verilecektir. Şayet ölen kimsenin oğlu küçük ve sefere gidemeyecek
yaşta ise, o zaman onun yerine hizmetçileri sefere gideceklerdir.
Böyle bir uygulama, seferdeki sipahiye daha bir kuvvet kazandırıyordu.
İnsan ruh dünyasının karmaşık isteklerinden
biri de kendinden sonra evlatlarına bir şeyler bırakma arzusudur.
Binaenaleyh, tam anlamıyla maliki olmasa bile öldükten sonra toprağının
kendi çocuklarına intikal edeceğini bilen bir sipahi, sefer esnasında
cephe gerisinden emin demekti. Bu da ona ayrı bir güç veriyordu.
Çünkü ölse bile, devletin kendi çocuklarını koruyacağınıi biliyordu.
Bu bilgi, ona bir dinamizm veriyordu.
|
21
/ 22 |
|
|