|
|
|
|
7
/ 22 |
|
II. Yeniçeri Ocağı
Avrupa'da
kurulan devamlı ordudan bir asır önce vücuda getirilmiş olan Yeniçeri
ordusu, Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanın en mükümmel
ordusu haline getirilmişti. Bu ordu, teşkilât ve disiplini ile bu
sıfatı taşımaya hak kazanmıştı. Osmanlı Devleti'ni kuran ve kısa
bir zamanda hududları Rusya, Lehistan, Macar ovalan ile Viyana,
Venedik önlerine, İran, Arabistan ve Mısır çöllerine kadar götüren
hükümdarların en büyük dayanaklarından biri bu ordu olmuştur.
Piyade birliği olan Yeniçeri ocağının, hangi tarihte ihdas edildiği
kesin olarak tesbit edilememekle birlikte bunun, Murad Hüdavendigâr
zamanında yani on dördüncü asrın son yarısı içinde bir ocak halinde
kurulduğu söylenebilir. Bazı kaynaklarda bu kuruluşun 1365 yılı
olduğu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yılında olduğudur.
Türkçe asker demek olan "Çeri" ile "yeni" kelimelerinin
bir araya gelmesiyle meydana gelen bu terim, Osmanlı Devleti'nin
merkezinde ve hükümdara bağlı bulunan yaya askeri için özel bir
isim haline gelmiştir. Hacı Bektaş-i Veli ile hiç bir ilgisi olmamakla
birlikte (Âşıkpaşazâde, 204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek
Yeniçerilere "Taife-i Bektaşiye", ocağa da Bektaşî ocağı
denmiştir.
Bu ocağın kuruluş sebebi, mevcud askerin azlığına
rağmen, fetihlerin çoğalıp sınırların genişlemesi ve eldeki askerin
de bu sınırları koruyamaz duruma gelme endişesi idi. Halbuki hem
Rumeli'yi elde tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için
devamlı ve hükümdarın emir komutası altında bir askerî birliğe ihtiyaç
vardı. Benzer teşkilâtlar, yani esirlerden istifade etme sistemi,
daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardı. Bu
mânada Osmanlıların, Selçuklular ile Memlukluları örnek aldıkları
anlaşılmaktadır.
Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda, orduya bin kadar yeniçeri alınmıştı.Bunların
her yüz kişisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana getirilen
yaya askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabaşı" tayin
edilmiştir.
Ocak,
XV. yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat
adı verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanından
itibaren (1451 senesi), "Sekban" bölüğünün de iltihakıyla
iki sınıf haline gelmiş. XVI. asır başlarında ise "Ağa"
bölüğü denilen üçüncü bir kısım daha teşkil edilmiştir. Yaya bölükleri
peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır. Ağa bölükleri 61,
Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir.
Yeniçeriler, başlarına börk ismi verilen beyaz keçeden bir başlık
giyerlerdi. Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar
inen bir parça yer almaktaydı. Yeniçeriler börklerini eğri, subayları
da düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri
taifesine her yıl beşer zira' laciverd çuka ve otuz iki akça "yaka
akçası" ile her birine başına sarması için altışar zir'a astar
verilmesi hükmü konmuştu.
Her yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi.
Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir
subayı bulunurdu. Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı"
denirdi. Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası"
idi. Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 senesine kadar .ocaktan
tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbaşılardan tayin edilmeye
başlandı. Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın
dışından olan kimseler de tayin edilmiştir. Yeniçeri Ağası, Yeniçeri
Ocağı ile Acemi Ocağı işlerinden sorumlu idi. Bundan başka İstanbul'un
asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp
güvenliği sağlardı. Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve
sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi. Yeniçeri Ağalarının
azıl ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafindan gerçekleştirilirken,
bu tarihten itibaren veziriazamlara intikal etmiştir.
Yeniçeri Ocağı'nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası'ndan başka
Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Turnacıbaşı,
Muhzir Ağa ve Baş çavuş ta ocağın büyüklerindendi. Bunlardan başka
bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı.
Yeniçeriler, maaşlarını (ulûfe) üç ayda bir alırlardı. Bu konuda
ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer
arasında fark yoktu. Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe işine
dahil edilirdi. Ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir merasimle
her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime
göre dağıtılan ulûfenin Salı günü verilmesi kanundu.
XVI.
asra kadar devşirmeden toplananlardan başkası katılamazken 990 (1582)
senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in, şehzadesi Mehmed için
tertiplenen sünnet düğününe katılan bir sürü cambaz, hokkabaz ve
oyuncunun mükafat olarak bu ocağa kayd olmaları, ocağın yavaş yavaş
bozulmasına sebep olmuştu. Devletin kuruluşundan kısa bir müddet
sonra teşkil edilen Yeniçeri Ocağı, belirtilen olaydan sonra hariçten
insanların ocağa girmesiyle bozulmaya yüz tutmuştu. Çünkü, eğitimsiz
ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilât, doğrudan
siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları
tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştı. Gerçekten
de onların zorbalıklarını ve yaptıkları kötülüklere işaret eden
(1826) tarihli bir hüküm İstanbul Kadısına gönderilmiştir. Bu hükümde
şöyle denilmektedir: "Allah'a, Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre
itaatediniz" âyet-i kerimesi muktezasınca kaffe-i mü'min ve
muvahhid olanlar, emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile me'mur olup
bir müddetten beri Yeniçeri nâmına olan eşkıya makulesi, hilâf-i
ser'-i şerif, daire-i itattan huruc ederek fürce bulması cihetiyle
gerek memâlik-i mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-ı seniyede her
bir şey çığrından çıkmıs ve ol makule esrar-ı nâsin garazları olan
mel'aneti icra zımnında her bir şeye müdahele daiyesine düşmelerinden
nasi, Ümmet-i Muhammed'in mal ve canlarından emniyetleri kalmayıp
rahatlarına halel gelerek bayağı alış verişlerine varınca fesada
varmış..." Bu hükümde de açıkça görüldüğü ve yukarıda belirtildiği
gibi Yeniçeri askeri her şeye müdahele eder olmuş. Buna karşılık
gerçek vazifesi olan askerliği tamamıyle unutur olmuştu. Zira onlar,
askerlik yerine esnaflıkla uğraşıyorlardı. XVII ve XVIII. asırlarda
sık sık ayaklanmışlardı. Bunun üzerine ocak, "Vak'a-i Hayriye"
diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da
Sultan İkinci Mahmud tarafindan lagv edilerek ortadan kaldırıldı.
|
7
/ 22 |
|
|
|